YILBAŞINI KUTLAMAK

Önceki yazıldan devam... Değerli kardeşlerim! Kuran’ı anlayarak okuyalım veyahut anlayana kulak verelim. Biz bu camilere teselli olmak için gelmiyoruz. İman ettiğimiz için geliyoruz –elhamdülillah-. İman ettiğimiz için geliyoruz; Kuran’a iman ettiğimiz için geliyoruz, Hz Muhammet Mustafa(sav)’e iman ettiğimiz için geliyoruz ve dini Mübin İslam’ın değerlerini yaşamak için geliyoruz. Camiden içeri girerken farklı olmak, dışarı çıkarken farklı olmak; bu ümmete yakışmaz. Bu ümmet onu yapmamalıdır. Onun için, Hz. Muhammet Mustafa (sav): “Kim bir topluma benzerse onlardandır.” buyuruyor.Değerli kardeşlerim! Kim bir topluma benzerse onlardandır. Bugün nice Müslümanlar onların (Yahudi ve Hristiyanların) değerini taşımak için yarış yapmakta, onlara zaman ayırmakta. “Ya Rab! Hidayet et. Ya Rab! Bu ümmetin izzetini iade et, bu ümmete şuur ver. Bir hicri yılbaşı geçti, kimsenin haberi yok. Rasul-ü Zişan Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye ne şartlarla gittiğini, bu insanlık âleminin huzuru için, saadeti için, ferahı için ne çabalarla gittiğini düşünen yok. Ama bu dinin düşmanlarının, bu dinin izzetini ayaklar altına alan düşmanın, bu ümmeti parçalayanın bayramını kutlayanlar, gecesini kutlayanlar çok. Hem de tüm dini değerlerinden taviz vererek; içkisiyle, kumarıyla, zinasıyla, tüm dini değerleri ayaklar altına alarak kutluyorlar. Hiç adlarından da utanmayarak; adları Muhammed, Ayşe, Fatma Abdullah... Bütün bunları göz önünde bulundurmayarak, dün Fransız’ın istila ettiği, İngiliz’in istila ettiği bu topraktaki insanlar, bugün onların bayramını kutlamaktalar, onların değerlerini öve öve anlatmaktalar. Onun için, bu ümmet kendine gelmelidir. Bu ümmet, onlara düşman olarak kendine gelmemeli, onları parçalayarak kendine gelmemeli, onları yok etme çabasıyla kendine gelmemeli. Kuran’ın ruhunu, İslam’ın ruhunu, rahmet ruhunu ve zararsız, huzur veren bir sokağın ruhunu oraya aşılamalı. Evet, ata-ecdadımız onlara hiç fırsat vermedi. Ve onun için hep medeniyet yazdılar, tarih yazdılar. Ne azık ki bugün tarih tersine yazıyor. Ve suç İslam’a yıkılıyor. “Ey İslam’ın ehli! Sizler İslam’ı yaşıyor musunuz? Ey Kuran’ın ehli! Kuran’dan haberiniz var mı? Ey Rasul-ü Zişan Hz. Muhammet Mustafa (sav)’in ümmeti! Siz peygamberinizi tanıyor musunuz? İşte, onun için, ayet-i kerime de bizlere ciddi bir uyarı var.Şu Kuran’dan bîhaber olan, şu Rasul-ü Zişan Hz. Muhammed Mustafa (sav)’den bîhaber olan, şu kendi ümmet değerlerini unutan o ümmet ki; iyiliği emrediyor, kötülükten men ediyor. Kuran, onu öyle tarif ediyor: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz.” (Al-i İmran/110) Sizler insanlık âleminin içerisinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten menedersiniz. Siz en iyi ümmet olarak ne yapıyorsunuz şu anda? Neredesiniz şu anda? İşte kendisini unutan bu ümmete Kuran uyarı veriyor, Hz. Muhammed Mustafa (sav) uyarı veriyor. Yine Kuran’da: “Müjdele o münafıkları, ki onlar için elem dolu bir azap vardır. Onlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir.” (Nisa/137-138) Burada, Arapça gramer itibariyle ayet ‘müjdele’ diye başlamaktadır. İbarenin başlangıcı çok garip! Müjde, ne anlamda olmalıdır? İyi haberle müjde olur, kötü haberle müjde olmaz. Bizim kendi aramızdaki toplumsal anlayışımızda, lügat anlayışımızda, sosyal anlayışımızda kötü haber getirirken “sana müjde olsun, baban öldü; sana müjde olsun, oğlun öldü” denilmez. Ama ayet-i kerime çok garip bir ibareyle geliyor; ‘Müjdele o münafıkları!’ O, dünyada bütün istek ve arzularına kapılıp, hevalarına kapılıp unutanlar var ya, peygamberimi unutanlar var ya, onları bilip de yaşamayanlar var ya; işte onları müjdele. İman etmiş, ‘La ilahe illallah Muhammedu-r Rasulullah” demiş ama Kuran’dan bîhaber, peygamberden bîhaber. Yaşamak istemiyor, küçümsüyor hakir görüyor. Toplumda takkeli olmaktan utanıyor, sarıklı olmasından utanıyor. Toplumda ‘ben İslam dinine mensubum’ demekten utanıyor. İslam değerlerini ortaya koymuyor; sakallı olmaktan utanıyor. Moda ve medeniyet adı altında kendi düşmanlarına teslim oluyor. ‘İlerici!’ olma hevesleriyle kendisine hep ‘gerici’ olarak bakıyor. Ve kendi gaye ve düşüncesini her zaman dışa vurmaktan hayâ ediyor. “Ben Müslüman görünürsem, ben İslami olarak bilinirsem olur mu” diyor. Çünkü Kuran’ı ve sünneti yaşamada acziyeti var. İşte, o münafıkları müjdele. Dünyaya kapılmış münafıklar var ya, Ey Muhammed! Onları müjdele. O, hayatlarını on günlerine sığdıranları müjdele. Mutluluklarını on güne sığdıranlara müjde ver ya Muhammed. Onlar için çok şiddetli bir azap vardır. Onların o sevgileri, o istekleri, o aşkları, o dünya hevesleri kursaklarında kalacaktır. Onlar elbet bir gün huzuruma çıkacaklardır. Onların dünyası, güneşlerinin batmasıyla elbet bir gün bitecektir. Ama güneşi batmayan bir irade varsa o da Halık-ı Mutlak olan Allah’tır. O’na inanan, imanlı ve imanı sabit olmuş mümindir. Ona güneş batmaz, o kabrinde de güneşi görecektir. Çünkü hadis-i şerifte: “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçedir, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur.” diye buyuruyor Hz. Muhammed Mustafa (sav). İşte, Kuran’ı ve sünneti basite alıp yaşayanları müjdele. Onlar için şiddetli bir azap vardır. Çünkü onlar hayatlarında daima müminlerin dışında, müminlerin yaşamlarının dışında, müminlerin hayatları dışında, müminlerin huzurları dışında kâfirleri dost ediniyorlardı. Kâfirleri daha üstün görüyorlardı. Kâfirin örf ve âdeti kendisi için daha ilerici bir kavramdı, daha iyi bir kavramdı, daha gelişmiş bir kavramdı. Moda ve medeniyet değeriyle onu kendisine örnek edinmişti.ışında, Müslüman kardeşlerinin dışında kâfirleri taklit ediyorlar, üst görüyorlar, üstün görüyorlar, onlara değer veriyorlar.