Yıllardan beri, uluslararası ilişkilerde, başını Amerika’nın veya Rusya’nın çektiği bir oligarşi mevcut. Türkiye’nin “istişare amacıyla” gündeme getirdiği çok önemli konuları, sanki “izin isteme” amacına yönelik bir talep gibi görmek istiyorlar. Bilerek, planlayarak, taammüden ve kasten bu şekilde yanlış anlamayı, “her önerimizi dışlamanın” en kolay çözüm yolu haline getiriyorlar. Ey uluslararası koalisyon muhataplarımız, siz istişare kapılarını kapatınca, biz de düşündüğümüzü göstere göstere yapıyoruz ve “itiraz” bile edemiyorsunuz. Edemezsiniz. Çünkü önerilerimiz inadına mantıklı, gerekli, kaçınılmaz ve daha iyi bir alternatifi yok. Türkiye hep doğruların yanında ve yanlışların karşısında duruşuyla, hakikati size dayatıyor ve aklın yoluna boyun eğmenizi sağlıyor. Uluslararası koalisyon ve yereldeki psikopat lider bozuntuları Şii güçlerle Musul’a girecek, intikam alacaklarını açıkça ilan ederek her türlü Sünni katliamına hazırlık yapacaklar ve bu dünyanın hiç umurunda olmayacak. Üstelik dünya kamuoyundaki zalimler için ne kadar Müslüman ölürse o kadar iyi, yani, “en iyi Müslüman, ölü Müslümandır” diye düşünülecek, Şii Irak ordusu içinde hızla bölgeye intikal eden mezhep fanatiği katil sürüleri ise, aynı eylemi, “Müslüman” kelimesi yerine “Sünni” kelimesini koyarak gerçekleştireceklerdir. Böylece Musul’da tam bir mezhep temizliği başlatılacak, öyle mi. Zaten 1,5 milyon Sünni Müslümanın hepsini bir anda katletmenin zorluğu nedeniyle, kaçmak isteyenlere boş bir çıkış koridoru bırakılması, ne kadar insani değil mi. Uluslararasıkoalisyon ve Şii Irak ordusu Musul’u, 4 yönden değil, sadece 3 yönden kuşatıyor. Ülkemiz istikameti kaçış koridoru olarak bırakılıyor. Barzani’nin peşmergeleri, Musul’un doğusundaki mevcut pozisyonlarını koruyarak bu kirli oyuna alet olmak istemiyorlar. Fakat bu ilkel tezgahın uygulanmasına fiilen engel olmak için, Türkiye’den başka hiçbir yiğit ses duyulmuyor bölgede. Çok şükür, gerçek bir dünya lideri ve bölgenin en önemli aktörü olan, Türkiye’yi çok büyük bir liyakatle temsil eden Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı ve gür sesi tüm gürültüleri bastırıyor. Peki, Sayın Cumhurbaşkanımız bu güçlü öz güveni nereden alıyor. Tabii ki, 7-Ağustos’da, başta İstanbul Yenikapı olmak üzere, tüm kent merkezlerimizde aynı anda toplanan milyonlarca insanımızın ortak iradesinden, milletimizin kendisinden alıyor. Peki, istişarelere isteksiz muhataplarına karşı Türkiye, son derece kararlı duruşunu, aynı derecede kararlı bölgesel bir eyleme dönüştürebileceğini üstüne basarak ve altını çizerek inandırıcı ve ikna edici şekilde açıkça söyleyince ne oldu. Adeta bir ültimatom etkisi yaptı, başta Amerika olmak üzere hepsinin havası bir anda değişti. Herkes, bunun asla bir blöf olmadığını gördü. Çünkü tamamen benzer nedenlerle Türkiye’nin Kuzey Suriye’de 5000 kilometrekarelik güvenli bir bölge oluşturmaya başladığını bilenlerin, aynı tür uygulamayı Kuzey Musul için de düşünebilecek olan Türkiye’ye itiraz edebilecek cesaretleri kalmadı. Zaten yanlış noktadaki kötü niyet, doğru noktadaki iyi niyete galip gelebilir mi, asla gelemez. İşte Sayın Cumhurbaşkanımızın ülkemiz adına ortaya koyduğu, art niyetlileri ve bunlara göz yumanları şok eden, bu çok yerinde, zamanında ve son derece cesur tavrı olmasaydı, ne olurdu acaba. Ne olmazdı ki. Öncelikle, güya insani amaçla boş bırakılan “Türkiye istikametindeki” kaçış koridorundan, 1 milyondan fazla Musul mültecisi Türkiye’ye doğru yollara düşecekti. Üstelik şu anda sakallarını kesip, kıyafetlerini değiştirmeye başlayan DEAŞ militanları da aynı güzergâhtan Türkiye’nin yolunu tutacaklardı. Böylece, Irak yönetimi, kendi terörünü, Musul’dan temizleyeceği Sünnilerle birlikte kolayca Türkiye’ye ihraç edip, buraya şii nüfusu yerleştirmek suretiyle, kentin mezhep ve nüfus yapısını kolayca değiştirebilecekti. Kaçamayanlar ise kente giren fanatik şii milisler tarafından katledilecek, bunun adına, “kimin DEAŞ’lı olduğu bilinmediği” için sokak savaşlarında öldüler, denilecekti. Sonra da, petrolü Amerika ile birlikte paylaşacaklardı. Biraz da peşmergeye sus payı verilecekti. Irak’ın şii yönetimine bunlar öğretilirken, Türkiye ne yaptı, “ben böylesi bir üst aklı adeta ayağımın altına alır ezerim”, dedi. Uluslararası koalisyon güçlerine kanırtarak dâhil oldu. Önerilerini tüm dünyaya kabul ettirdi. Tüm operasyonlara istediği ölçekte müdahil olabilecek güç, kudret ve iradeye sahip olduğunu gösterdi. Kahramanmaraş’ın o güzel yerel ifadesiyle, tüm zalimlerin “gözünün kirişini kırdı”. Yani, Türkiye “zor oyunu bozar” tavrıyla, bölgedeki oyunları bozdu ve tüm dengeleri değiştirdi. Aksi halde ne olacaktı, biliyor musunuz? Fanatik şekilde adeta zombileşmiş, üstelik amaçlarını hiç saklamayan, Sünni kanına susamış Şii intikam güçleriyle, bunlara göz yummaya hazır olan binlerce kilometre ötelerden gelen ve hepsi istisnasız gayrimüslim olan uluslararası koalisyon mensupları, çağımızın en büyük mezhep soykırımına imza atacaklardı. Sonra da, şiileştirilmiş Musul’a ve petrolüne el koyacaklardı. Yani, zalimler katledecek, oluk oluk kan dökecek, nüfus yapısını değiştirecek, her türlü zenginliğin başına çökecek, yiyecek, içecek, fakat, pisliklerini temizlemek, tabir caizse, bulaşıkları yıkamak ve adeta otelcilik hizmetleriyle mültecileri kabul etmek ise, Türkiye’ye bir görev olarak lütfedilecekti. Ödül olarak da, Türkiye’nin mülteci dostluğuna, barındırma hizmetlerinin kalitesine ve buna yönelik harcamalardaki fedakârlıklarına övgüler yağdırılacaktı. Sert kayaya çarptınız beyler hizaya gelin. “Dicle Kalkanı Harekâtı” kapıda, ayağınızı denk alın.